14 Aralık 2011 Çarşamba

İstanbul Gezileri 5 "Kamondo ailesi ve Voyvoda Caddesi"

Galata'da dolaşmayı sürdürüyoruz. Önce Galata isminin kökeniyle ilgili olarak ortaya atılan iddialara değinelim. Çok tartışmalı bir konu. Ben Prof Semavi Eyice ve Prof Bilge Umar'ın önemli Bizans ve Avrupa kaynaklarına dayandırdıkları iddialarını destekliyorum. Popülerliği anlamında ağırlıklı kanı, burasının adının Rumca "süt" demek olan Galaktos'dan gelmiş olduğudur. Burada Bizans devrinde yer alan inek ahırları ve mandıralar ve sütçülük sektörü dolayısıyla bu adın verilmiş olduğu popüler olan kanıdır. Hatta bir kısım modern "kent tarihçileri",  "efendim zaten burada çok muhallebici bulunması da bunu doğruluyor" yollu ipe sapa gelmez iddialar ya da şehir efsaneleri üretiyorlar. Böyle bir şey yok. 16yy'da şehre ikinci kez gelen Gyllius (Gilles), İstanbullular arasında, Galata isminin kökeniyle ilgili yaygın inancın bu olduğunu belirtir. Bilindiği gibi Evliya Çelebi de, devrinde cari olan aynı popüler inancı destekleyen şeyler söyler ve bununla ilgili olarak , seyahatnamesinde sık sık yaptığı gibi "şehir efsanesi" diyebileceğimiz hikayeler imal eder. Aynı dayanaktan hareketle ,  asıl "galatia"nın bugünkü Sütlüce semti olduğunu iddia etmek de doğru değil. Bu isim oraya Osmanlı devrinde verilmiştir.

İkinci bir iddia, Bizanslılar devrinde kenti ele geçirmek için kuşatan Kelt kökenli barbar kavimlerden biri olan Galatların 3 aya yakın süren kuşatma sırasında bu civarda konumlanmış olmaları dolayısıyla Bizanslıların buraya Galata adını verdiklerini öne sürer. Bu da yanlış.Yok böyle bir şey.Üstelik bu iddiayı taşıyan kitabı Türk Tarih Kurumu basmıştı. Yazık! Bu iddia esas olarak 19 yy Bizans tarihçisi Paspates'e ( ünlü kitabı Scarlatos Byzantios) atfedilir. Onun kaynağı da Gyllius (16yy) olsa gerektir. Çünkü bu iddianın en eski dayanağı olarak onun adına ulaştım. Sonra Paspates'i referans olarak göstererek "sütçü" iddiasından vazgeçen Celal Esad Arseven  merhum bu iddiayı sahiplenince, başka bazı tarihçilerimiz de bu fikre katılmışlardır (Bkz. Celal Es'ad: Eski Galata ve binaları,Ahmed İhsan ve Şurekası,  Istanbul 1329 Osmanlıca).

Üçüncü bir iddiaya göre, bugün Kurşunlu Mahzen(Karaköy Yeraltı) camisinin bulunduğu yerde bir Bizans burcu vardı.Haliç'e girişi engelleyen zincirin Karaköy tarafındaki ucu burada bağlıydı. Bu burcun adı Galation idi. Olabilir. Ancak bu isim, Cenevizlilerin semte bu adı vermelerinden sonra konulmuş olmalıdır. Çünkü ismin Bizans dilinde bir anlamı yok. O mahalli Cenevizliler Galata (Calata= Kalata) diye çağırdıklarından, Bizanslılara ait bu hisar (ismi geçmişte muhtemelen farklıydı) sonradan bizanslılar tarafından da, "kalata"nın kendi dillerine uyarlanmış şekliyle,  "galation" olarak çağrılmış olabilir. "İon" son eki de yer, yerleşke, mekan gibi bir anlam veriyor (örnek, byzantion=İstanbul'un Constantinopolis'ten önceki adı)

Mesele şudur.13 yy' sonunda ya da 14 yy başlarında denizci Ceneviz kolonisi bu tepelik alana yerleşmişti. Eyice ve Umar'ın dedikleri gibi, bütün bu denize çıkıntı teşkil eden dik yokuşların, tepelik yerleşimlerin olduğu yerlerde Galata adlarına rastlıyoruz. Bu isim dik yer, dik yokuşların semti anlamında Calata, okunuşu Kalata, olarak Cenevizliler tarafından verilmiş olmalıdır. Eyice, sözcüğün etimolojik olarak bir Thrak kökeninin olabileceğini söyler.Bununla beraber, bizanslılar ve avrupalılar, cenevizlilerin Galata adını vermelerinden sonra bile uzunca bir süre bu mahalli Perama ya da Pera olarak çağırmaya devam etmişler. Anlaşılır bir durum. Yeni yer isimlerinin benimsenmesi epey bir zaman alabiliyor. Mesela, Byzantion'dan Konstantinopolis'e geçilmiş olmasından uzun yıllar sonra bile bu iki isim birlikte çağrılabiliyordu.  

Bu girizgahtan sonra, şimdi, Köprü'den gelirken Yüksekkaldırımın sol başında bulunan ve 1911 yılına tarihlenen Doyçe Orient Bank (ya da Minerva Han. Artık Sabancı Universitesi Kültür Merkezi)'ın hemen solundaki merdivenlerden yukarı çıkıyoruz. Bu yokuşun adı Hacı Ali sokak. Üç beş yıl öncesine kadar, soldaki duvarın üzerinde Osmanlıca ve Latin karakterlerle yazılmış, Rue de Hadji Ali  diye yazılıydı. Üzeri belediye tarafından boyanmış ya da sıvanmış olmalıdır. Bu yokuşun başındaki ilk sokak soldadır. Adı Banker Sokağı. Bir üst sokak Felek Sokak. Özgün adı, Kamondo sokağıydı. Burada hemen sokağın başında bütün heybetiyle Kamondo Apt 'nın yükselmekte olduğunu görüyoruz(şimdi Galata Residence olan bina). Bugün bile heybetli olan binayı, inşa edildiği 19 yy ikinci yarısında gözümüzde canlandıralım. Bina 19 yy'ın ikinci yarısında yapılmış(1865-70 yılları arasında olabilir. Çünkü belediye kurulduktan sonra burada imar işlerine girişildi. Yeni arsalar yaratıldı. Sokaklar yeniden düzenlendi vs. Burada modern ikametler de bu imar işlerini izleyen günlerde başlamış olmalıdır).  Apartman, o zaman İstanbullulara herhalde saray gibi görünüyor olmalıydı. Bugün Galata Hotel Residence olarak kullanılmakta olan binanın hemen önünde gördüğümüz çöplüğe dönüşmüş kalıntılar, binanın hamam, ibadethane, limonluk, hizmetkraların konutu işlevini gören müştemilatına aittir. Bir Bizans su sarnıcıyla alttan  ilintili olması da kuvvetle muhtemeldir.

Bankalar Caddesi'nin 19 yy'ın ikinci yarısındaki halini bir plan üzerinde gösteriyor olması dolayısıyla  önemli bir kaynak olan Gavand Planı'nda [Eugene Henri Gavand, 1869'da Sultan Aziz'den Tünel yapım imtiyazını alan şahıstır], Kamondo Apartmanı'nın bir alt bloğunda bulunan Banker Sokağı'nın hemen apartımanın altında bulunan ve ön yüzü Voyvoda Caddesi'ne bakan tarafındaki (yani meşhur Union Han'ın  ve sağ yanında Kamondo binasına doğru çıkan Hacı Ali Sokağı merdivenleri bulunan) parselde harabe halinde bir Ceneviz hisarı bulunduğu görülüyor. Nitekim, Celal Esat Arseven, 19 yy sonlarında yapılan tramvay hattı inşaatı sırasında bu hisar kalıntısının yıkıldığını ve altından da bir sarnıç çıkmış olduğunu söylüyor. Bu burcun sol yanında ise Kamondo'lara ait bir kaç parseli işgal eden bina ve dükkanlar varmış. Hatta Bonomi Gıda Mağazası ve Gambetta Lokantası Kamondoların kiracısıymış. Daha sonra Lorando adlı iki Fransız banker kardeş bu parselleri Kamondolardan satın alıp, üzerlerindeki dükkanları yıktırarak Lorando Hanı burada yaptırıyorlar. Banker Zarifi'nin bürosu da bu handaymış. Bir müddet sonra bina tekrar satılıyor. 1911 yılında yanındaki parsel de satın alındığı halde, L'Union de Paris sigorta şirketi tarafından bugünkü Union Han yeni bir yapı olarak inşa ediliyor. Mimarı bilinmemekle birlikte, 1.Türk Milli Mimarlık hareketinin önemli bir örneği olması dolayısıyla önemli bir binadır. Banco di Roma, Türk Milli Bankası yıllarca bu binanın giriş katında ayrı ayrı faaliyet gösterdiler. Yakın zamana kadar Tütünbank'a ait bir binaydı. Şimdi ING Bank. Arka cephesi tam olarak Kamondo Apartmanı'yla karşı karşıyadır.

Hacı Ali Sokağı'na çıkan merdivenlerin (Karaköy'den gelirken) sağında yer alan bir süre öncesine kadar  İmar Bankası (ve İmar Han ) olarak bilinen bina var. Bina, Yüksekkaldırım'ın sol köşesindeki Doyçe Bank (Minerva Han)binasına bitişiktir. Erseven'in sözünü ettiği ve Gavand Planı'nda da görülen burç kalıntısı tam olarak bu birbirine bitişik iki binanın bulunduğu yerde yer alıyordu. Bu burcun yıkıntıları üzerinde oluşan arsaya 1890'ların başında, daha önce de, burç kalıntısının yanında gıda maddeleri satışı yapılan dükkanı bulunan Macri isimli bir tacir Macri Hanı inşa ettiriyor. Han olduktan sonra dükkanını buraya taşıyor. Aynı binada Terzi Grünberg, Banco di Roma (sonra Union Han'a taşınmış olmalı ki adresi Union Han olarak görülüyor) ve ilk İstanbul  Ticaret Odası da yer alıyor. 1960'da binanın özgün yapısına bir kat ilave ediliyor. Devri Özal'da da bir kaç kat daha ilave edilerek hemen hemen yanındaki Doyçe Bank ya da Minerva Han olarak bilinen binanın yüksekliğine ulaşıyor. Mimarı bilinmiyor.Halen üstü örtülmüş olduğu halde tadil edilmektedir.

Aslında şimdi Yeni Bahtiyar Han ve Ankara Han'ın bulunduğu (L'union Hanı'nin sağdan bitişiği) parseller de üzerindeki binalarla birlikte Kamondo ailesine aitmiş. Ankara Hanı'nın yerinde Gavand Planı'nda başka bir bina görülüyor. Muhtemelen Fransız Postanesi olarak anılan binadır. Kamondolar satın aldıkları bu parsellere Kamondo ya da Bahtiyar Han olarak bilinen binayı yapıyorlar. Kendi bankaları da (Camondo Bank) bu binada yer alıyor. Bina 20.yy'ın hemen başlarında yapılmış. Bugün o binanın yerinde Yeni Bahtiyar İş Merkezi var ki, tamamen farklı bir binadır. Bununla beraber bugünkü binanın üç cumbalı ön yüzünün, özgün binanın ön yüzünü model almış olabileceği varsayılmaktadır. Özgün binanın bir fotografisi bulunmadığı için kesin konuşmak mümkün değildir. Binanın mimarı da bilinmemektedir. Şimdiki iş merkezi farklı bir mimari özelliğe sahiptir. Birbirine eklemlenmiş üç bina olarak tasarlanmış. Tabii üzerine 2-3 kat daha ilave edilmiştir. Kamondo ya da Bahtiyar Han olduğu vakitlerde, zemin katında 7-8 dükkan varmış. Bugün de aynı miktarda dükkan var. Bunlar arasında, kuyumcu Lachiver ve Grünberg'in, berber Levantides'in, sütçü Vassiliou'nun adlarını sayabiliriz. Üst katlarında da, cadde üzerinde öbür hanlarda olduğu gibi,  bir çok sigorta, bankerlik ve avukatlık bürosu varmış.

Bu hanla Union Han arasında da 1912 yılında inşa edilmiş Ankara Hanı vardır ki, daha önce bu parseldeki bina Fransız Postanesi (Postes Françaises) olarak anılmakta, Kamondo ya da Bahtiyar Han ortaya çıktıktan sonra bu parselde yer alan postanenin hana dahil olduğu izlenimi edinilmektedir. Muhtemelen han ve postane binası aynı parseli ortaklaşa paylaşmaktaydılar. Belki de bir ortaklık söz konusudur. Ancak sonradan satılıyor ve yerine bugün gördüğümüz ama mimarını kesin olarak bilmediğimiz bina yapılıyor. Ben bu binayı Mongeri'nin Karaköy Palas'ına benzetiyorum. Tabii bu çok daha küçük bir bina. Palas'ın cumbasız kısımlarıyla benzerlikler taşıyor. Nitekim tipik bir Mongeri tarzı bina da, yine bu sokakta Ankara Hanı karşı sırasında, (yine Kamondoların da ortak olduğu) Generali Han'dır ki, bunun bir Mongeri eseri olduğunu biliyoruz. Karaköy Palas, Generali ve Ankara hanları arasındaki mimari tarz benzerliği barizdir. Dolayısıyla Ankara Hanı'nın da Mongeri'nin imzasını taşıdığını söylemekten çekinmiyorum. Onun sevdiği rönesans, neo-bizans tarzın çizgilerini net olarak görmek mümkündür. 

Kamondolar, Kamondo ya da Felek sokağındaki konutlarında bir süre yaşarlar. Tek oğlu Rafael'i yitiren Abraham beyin kimyası bozulur. Zaten bir ayakları sürekli Fransa'da olan ailenin bazı önemli figürleri, başta Abraham Efendi olmak üzere,  1870'li yılların ilk yarısında Paris'e göç ediyorlar. Tabii buradaki işleri devam ediyor. Burada otururlarken, resimde gördüğünüz "art nouveau" merdivenleri inşa ettiriyorlar. İşyerlerinin bulunduğu Voyvoda Caddesi'yle evleri arasında ulaşımı kolaylaştırmak için tabii. 

Kamondo ailesinin İstanbul'da, özellikle Galata civarında çok sayıda gayrimenkulleri var. Bunlardan bugüne intikal etmiş olan en ünlü binalardan biri, Serdarı Ekrem sokaktaki Kamondo Hanı olarak bilinen  neo-klasik mimari tarza sahip  binadır. Bu hanlarda genellikle kiracılar bankerler ve sigortacılar ve avukatlar oluyordu. Bu yeni apartımanda hem kısmen han, kısmen konut işlevi gördüğü sıralarda, Abidin Dino burasını stüdyosu ve konutu olarak kullanıyor. Bir çok ünlü yazar ve sanatçı tanıdığıyla burada toplantılar, davetler düzenliyor.. Metruk haldeydi. Şimdi restore edildikten sonra Arzu Karpol adını taşıyan bir butik tarafından kullanılıyor.

Kamondo ailesi Portekiz kökenli. İtalya'da, Venedik'te  uzunca bir süre yaşadıktan sonra Türkiye'ye göç eden seferad yahudilerinden. Ailenin ünlenmesine neden olan bankacılık işini kuran iki kardeş, İzak ve Abraham'ın babaları, Ortaköy sinagogunda yönetici ve aynı zamanda çığırtkanlık yapıyor. Ama ticaretle de meşgul oluyor. Yeniçeri ordusunun ihtiyaç duyduğu çuha bezini Fransa'dan ithal ederek devlete satma ayrıcalığını elde ediyor. Ayrıca aile Hindistan'dan yapılan baharat ve mücevher   ticaretinde önemli bir paya sahip oluyor. İki kardeşten ağabey İzak 1832'deki veba salgınında ölünce, mirasçısı olmadığı için bütün sermaye ve iş kardeşi Abraham'a kalıyor. Abraham da bu sahada çok başarılı oluyor.

1830'ların ilk yarısında bankanın sermayesinin 25 milyon dolar civarında olduğu tahmin ediliyor. Kısa süre dünyaynın en önemli banka kuruluşlarından biri haline geliyor. Bir yandan İstanbul'un modern bir kent haline gelmesi için çaba harcarken, buna paralel olarak tabii, Osmanlı uyruğunda olmamasına rağmen, Abdülaziz'in şahsına özel izniyle, gayrimenkul alma hakkını elde ediyor. Rehberlik ettiği kentin yeniden imarına paralel bir şekilde başlıyor gayrimenkuller edinmeye (Her "imar atılımı" döneminde aynısı olmaz mı?) . Tabii Kırım Savaşı sırasında ve sonrasında devlete ve "devlet büyükleri"ne önemli miktarlarda krediler veya borç para veriyor. Bir yandan da (her "hayırlı spekülatör" gibi) hayır işlerine girişiyor. Hem de sadece  Osmanlı ülkesinde değil, Fransa'da ve Kral Vittorio Emmanuel'in İtalyasında. Gerek Osmanlı devleti gerekse bu devletlerin hanedanları tarafından sık sık ve bol miktarda nişanla taltif ediliyor.İtalya kralından "Kont" ünvanı alıyor.  Önde gelen bürokrat ve "devlet adamları"yla yakın ilişkiler kuruyor. Karşılıklı kazanç esasına dayalı ilişkiler. 1864 yılında, kendisi gibi spekülatör olan Zarifi, Ralli, Zoğrafyon,Freuling gibi kişilerle ortak Societe General'i kuruyor ve hemen sonrasında bu kuruluş Osmanlı hükümetine 50 milyon frank borç veriyor.

Tanzimat hareketinin Büyük Reşit Paşa'sıyla sıkı dost oluyor. Gelgelelim, iş başka dostluk başka. Reşit Paşa'nın iş ve dostluğu birbirine karıştırması hayatına mal oluyor.  Nasıl mı? Sene 1858, Paşa devlet işleriyle bunalmış. Eh bir de ödemeyi ihmal ettiği borçları var. Tabii baş alacaklısı Abraham Kamondo. Bir kaç kere Paşa'yı ziyaret ederek, borcunu nazikçe hatırlatmak ister. Paşa ise sürekli atlatır. Abraham Efendi, bir akşam Paşa'nın Baltalimanı' ndaki yalısına haber vermeden ani bir ziyaret yapar. Yorucu işlerinden dönmüş olan Paşa banyoda iken, Abraham Efendi'nin geldiği ve kendisiyle görüşmek istediği söylenir. Paşa "atlatın, benim burada olmadığımı, geç döneceğimi falan söyleyin" der. Buna hazırlıklı olan Abraham Efendi, "olsun ziyanı yok ben şuracıkta  beklerim" der ve beklemeye başlar. Uşaklar Abraham Efendi'yi gidip başka zaman gelmesi için ikna etmeyi sürdürürler. Ancak Abraham Efendi mealen, "beni kafanıza takmayın ben şuracıkta  Paşa hazretleri dönünceye kadar beklerim" demeye devam eder. Banyoda, heyecanla adamın gidip gitmediğini öğrenmek için bekleyen Paşa'ya, Azrail uşak kılığında yanaşır. Adamın gitmeye niyetinin olmadığını söyler. Zaten devlet meseleleriyle kafası meşgul yorgun Paşa, iyice stresse girer. Kalp krizi geçirerek göçer. Tabii evde bir kıyamettir kopar. Bağırış, çağırış. Ağlama sesleri... Abraham Efendi yerinden fırlar, ne olup bittiğini öğrenince, keder içinde dizlerini döverek, dövünerek bağıra çağıra ağlamaya başlar. Yalıda en fazla gürültüyü kopartan odur. Uşaklar ve Paşa'nın yakınları ona ne olduğunu anlamaya çalışırlar.Ölenin bir yakını olmamasına rağmen neden bu kadar büyük bir acı içinde dövündüğünü sorarlar. Bunun üzerine birden toparlanan spekülatör, "Paşa hazretleri cennete gittiler; ben öksüz kaldım. Ben dövünmeyeyim  de kim dövünsün?" der. Yani anlayacağınız gitti bizim paralar demeye getirir (Bu hikayenin Atlas Tarih dergisi'nde rastladığım farklı bir versiyonuna  göre, Reşit Paşa'nın ölüm haberini alınca dövünen alacaklı tefeci Rum Yorgos Zarifi'dir).


Baltalimanı Sarayı'nın kuzeye yani Emirgan tarafına bakan cephesi

Baltalimanı Sarayı'nın iskelesi. Sarayın sık ziyaretçileri arasında bulunan elçilikler genellikle deniz yoluyla saraya ulaşıyorlardı.

Büyük Reşit Paşa'nın Baltalimanı Sarayı. Böyle bir sarayı büyük paralar olmadan çekip çevirmek kolay  olmasa gerek.  B.Reşit Paşa bu sarayı özgün olarak biraz daha kuzeyde ahşap olarak inşa ettirmiş. Şimdi resimde gördüğünüz hastane olarak kullanılan bu binayı  mimar Sarkis Balyan'a yaptırmış. Hatta  İstanbul'u ziyaretleri söz konusu olan Fransız İmparatoru 3.Napolyon ve eşinin (Kırım Savaşı nedeniyle imparator gelememiş ancak sonradan  eşini göndermiştir)  burada da kalmaları planlanmış ve sarayda mimari değişiklikler, yeni çevre düzenlemeleri yapılmış. Devlet ricalinin ve tabii sarayın nasıl parasal çıkar ilişkileri içinde iş görmüş olduklarına bir örnek olması için söylüyorum. Reşit Paşa'nın kendi öz oğlu Galip Paşa, Sultan Abdülmecid'in kızı Fatma Sultan'la evlendiği zaman bu sahilsarayı,  saraya damat olan oğlunun ve eşinin ikamet etmeleri için  B.Reşit Paşa, Saray'a, 250 bin altına satmış. Büyük kâr etmiş tabii. Kendisi de ahşap olan ilk binada oturmayı sürdürmüş. Sultane Fatma'nın hiç sevememiş olduğu bu eş, yalı civarında bir sandal kazasında ölmüş. Fatma Sultan Abdülhamid'in kızkardeşidir.  Ancak  Sultan'dan nefret eder. Öteki kardeşi,  5.Murat'ın tahta çıkmasını  destekler. İkinci evliliğini yaptığı Nuri Paşa'da Abdülaziz'in hal'inden sonra Abdülhamid'in Yıldız tezgahından geçer ve Taif yolcuları arasında yer alır. Fatma hanım hayatının geri kalanını hüsran içinde geçirir. Sarayın bakımına önem vermez. Hatta Reşat Ekrem merhumun verdiği bir bilgiye göre, zaman zaman can sıkıntısından saraya kimsesiz çoçukları alır. Bakımlarını üstlenir. Hatta en nadide elmaslardan oluşan mücevherlerini bu çocuklara oyuncak olarak verirmiş. 1882'de genç yaşında ölmüştür. Bu sarayı kız kardeşi ve ailenin de en küçük çocuğu olan Mediha Sultan'a vasiyet eder. Mediha Sultan bu sahilsaraya ağabeyi Sultan Abdülhamid'in onay vermesiyle yerleşir. Bir süre sonra kocası Necip Paşa ölür. Cenaze töreni yapılırken, sultane sarayın penceresinden gördüğü, cenaze işlerini yürüten  Ferit beyi beğenir. Haremağalarından kim olduğunu, ailesinin tahkik edilmesini ister. Tahkikat neticesi olumlu olunca vakit kaybetmeden Ferit beyle izdivaç yapar. Ferit bey de, Damat Ferit Paşa olup çıkar. Cumhuriyet' te  bu saray içindeki eşyalar yurtdışında bulunan aile tarafından müzayede marifetiyle satılır. Damat Ferit'in çok geniş bir kütüphanesi ve tablo koleksiyonu vardı. 1925'teki müzayede de bir üniversiteye kütüphane olabilecek kadar "cesim" (tabir Ferit Paşa'nın) kütüphane sadece 2500 lira gibi -o zaman için bile- komik bir meblağ ile alıcı bulur.  Cumhuriyet'in kitap karşısındaki sonraki tavrı için işaret kabul edilebilecek bir aymazlık söz konusu olmuştur. Halbuki  Türkiye'nin yanı başında  Bolşevik Rusya'nın ilk yaptığı işlerden biri bütün zengin evlerindeki kitaplıklara ve ve değerli tablo koleksiyonlarına el koymak ve bunları kayıt altına alıp ülke kütüphanelerine koydurmak olmuştu.  Bu nedenle ihtiyaç dolayısıyla bir çok yeni kütüphane yurt sathında inşa edilmişti. Tabii Lenin ve Stalin'in iki büyük biblofil olduklarını hatırlatmam gerekiyor. 

Baltalimanı Sarayı'nın karşısındaki bu geniş alan 70'lerin sonuna kadar  göz alabildiğine sırık domateslerle dolu bir bostandı. Merhume validem hanımefendi ilkokul yıllarımda geçirdiğim bir bel rahatsızlığı dolayısıyla haftada bir ya da iki kez beni bu hastaneye tedaviye götürürdü. Bir iki ay süren bu kürler esnasında doktor beklerken bu bostanlara dalar domates ve meyva yürütürdüm. Şimdi etrafı adam boyu duvarlarla çevrili "Japon bahçesi". İçine giremedim. Ne işe yaradığını anlayamadım. Baltalimanı 2.Meşrutiyet yıllarına kadar  bir mesire yeriyken, sonradan kısmen bağ, bahçe, bostan haline gelmiş. Dere de o yıllarda yukarılara doğru yer yer bataklık halindeymiş. Baltalimanı adı, Fatih'in İstanbul'u kuşatan donanmasının kaptanı deryası Baltaoğlu Süleyman beyin adından geliyor. İstanbul Ansiklopedisi'ne göre, kaptan Rumelihisarı yapılırken, 400 gemilik donanmasını ani bir Bizans baskınından korumak için bu limanın önünde toplamış. 

Baltalimanı tepesinden gelen bu dere sarayın yanından denize kavuşuyor. 70'lerin sonuna kadar, henüz yeni yollar, kavşaklar yapılmadan önce Baltalimanı sahiliyle, tepesiyle tablo gibiydi. Bu dere özgün olarak 6-6,5 km uzunluğundaymış. Doğduğu yer Maslak'taki eski Hazinedar Çiftliği'nin alanı içindeymiş. Levent Çiftliği ve Maslak tarafları da dahil üç dört küçük kolu daha varmış. Bu derede erken cumhuriyet yıllarına kadar kayıklarla  dolaşılabiliyormuş. Bazı kayıtlara göre derenin kaynak kısmı büyük bir selden sonra tıkanmış. Kimilerine göreyse, Levent'de yeni mahalleler kurulurken onların pis suları bu dereye verilmiş. Derenin baş kısımları kurumuş. Bugün aşağı yukarı 100metrelik kısmını görebiliyoruz. 

Baltalimanı tepesindeki koruluk alan 80'lerden itibaren talan edilmeye başlandı.70'li yıllarda bile sadece sahil kısmında evler vardı. Şimdi tepeler gecekondu apartımanlarla dolu.  

Baltalimanı sahilsarayına gelmeden biraz aşağıda, sarayın batısındaki Bizans sarnıcı kalıntıları.Kule su terazisi olsa gerek. Bu sarnıç ta erken Bizans zamanlarında (6.veya 7.yy) burada bulunan Foneos Manastırı'na aittir. Bu manastırın bazı başka kalıntıları 20-30 metre R.Hisarı'na doğru aşağıda, 1990'lı yılların başında,  bir apartıman dikmek için yapılan temel kazısı sırasında bulunmuştur. Halen o binanın altındadır. 

Baltalimanındaki Bizans sarnıcı kalıntısı. Bu sarnıçın kalıntıları geniş bir alana yayılıyor. Sarnıç  yaklaşık 450 m2 genişliğinde hayli büyük bir sarnıç imiş. Bizans devrinde Baltalimanı iki şekilde, "sinus phidaliae" ya da "portas milerium" olarak çağrılıyor (bu bilgi DB istanbul ansiklopedisinden alınmıştır) . 




Abraham Efendi'nin cemaati için yaptığı önemli bir hayır işi de, o zamana kadar okula gitmeyen, başka dil öğrenmeyi, konuşmayı günah kabul eden kara cehalet içindeki Osmanlı Yahudileri için ilk kez Hasköy de bir kaç dil öğreten, modern öğrenim olanakları sunan bir okul kurması olmuştur. Tabii cemaatin önde gelen dini figürleri, din elden gidiyor yaygarasıyla karşı çıkarlar. Ama Osmanlı'daki reform sürecinden de destek alarak Kamondo bastırır. Sonunda bir takım tavizlerle okul 1855'te faaliyete geçer. Arkasından gelen Osmanlı Islahat Fermanı (1856) işleri daha da kolaylaştırdı. Doğrusu, o kadar büyük bir servet sahibi birinin Osmanlı ülkesinde ve ( Avrupa'ya göre nispeten geri düzeyde bulunan Yahudi cemaatinin bulunduğu) İstanbul'da yaşaması zordu. Oğlunun ölümü bu göçü hızlandırdı. Abraham Efendi 1872'de gittiği Paris'te, 1873'de öldü. Vasiyeti üzerine naaşı, Hasköy'de  yaptırmış olduğu türbe gibi mezara defnedildi. Cenazesine padişah da dahil olmak üzere, en üst düzeylerde bir çok yerli ve yabancı devlet figürünün de aralarında bulunduğu çok kalabalık bir topluluğun katılmış olduğu söylenir.  
Bankalar Caddesi'ne (eski  adı Voyvoda Caddesi idi)  Karaköy'den girişte sağda Union han(şimdi ING bank).
Osmanlı İstanbul'unda 19.yy başlarında, Tanzimat devrinin biraz öncesinde, meyhane ve kahvehane sayında anlamlı bir artış oluyor. Peçevi Tarihi'den anımsadığım, bu her iki mekanın Osmanlı İstanbul'unda ilk kez 1550'lerde ortaya çıkmış olduğudur. Belki kahvehaneler için ilk kez denilebilir, ama meyhaneler için bunun doğru olmayabileceğini düşünüyorum. İstanbul'da ilk kahvehanenin bugünkü Tahtakale civarında 1555 yılında,  Halep'li Hekim adlı bir zat tarafından açılmış olduğu kaydedilir. Sonra, bu kez Şamlı Şems isminde bir kişi ikinci bir mekan açıyor. Bununla birlikte bu şehirde, meyhane veya benzeri mekanların tarihinin, Osmanlı devri de dahil, onun tarihi kadar eski olabileceğini sanıyorum.  Tanzimat devrinin ilk "dönek" aydın tiplerinden olan Ahmet Mithat Efendi (1844-1912) bir yerde, Gökhan Akçura'nın aktardığıma göre, muhafazakar bir Tanzimat aydını kimliğiyle, şunları söyler: " Galata ve Beyoğlu'nda Almanların küşad etmiş oldukları (yani açmış oldukları) birahaneler hakkında Osmanlı beylerimizin, efendilerimizin rağbetleri pek fevkalade idi. Hele Galata'da Voyvoda civarında 15 numaralı Fogel birahanesi Osmanlıların en ziyade mazhar-ı rağbeti olmuştu. O derecelere kadar ki, orada hizmet eden Alman karıları bile çok az bir müddet zarfında Türkçe öğrenmeye mecbur kalmışlardı" . (Akçura,G: Uzun metin sevenlerden misiniz? Om Yayınları, 2003). Ahmet Mithat'ın bu mekanı ziyaret etmiş olduğunu tahmin edebiliriz. Bir de tabii, bu tür mekanlarda "randevu evi" hizmeti verilmekte olduğu da anlaşılıyor. Çok daha önceleri de, Osmanlı kayıtlarında kahve ve meyhane hizmeti veren mekanların üst katlarında bu tür hizmetlerin de verildiğine dair kayıtlar bulmak mümkün. Daha 70'li, 80'li  yıllarda dahi Aksaray, Sirkeci, Balat, Galata ve Beyoğlu civarında bu tür hizmetler veren mekanlar vardı.. Hizmetin fuhuş kısmı genellikle mekanların yakınındaki otellerde cereyan ederdi.  
Abraham Kamondo'nun Hasköy Piri Reis Camisi  önündeki anıt  mezarı.Hemen arkasına cami dikilince türbe gibi duruyor. 




Kamondo Apartımanı önünde bir bizans ya da ceneviz sarnıcının kalıntılarına benziyor







Terziler Sinagogu arka kapının üstündeki arma  banker sokaktan






Avusturya Lisesi St.Georg şapeli




Serdarı Ekrem sokakta Kamondo Apt

Kamondo Hanı Serdarı Ekrem sokak : binanın Doğan Apartımanı tarafından görünümü

Karaköy Meydanından gelirken solda bankalar caddesi soldan  ilk bina Union Han sağında Hacı Ali Sokağın Kamondo Apartmanına ve Kuledibi'ne  çıkan merdivenleri. En sağda eski Macri Han tadilat perdesiyle kaplanmış. Lüleci Hendek Sokak yakınlarında bir Makrizade Hüseyin Çelebi Camisi var. Banisi aynı adı taşıyan bir kaptan (korsan?). Bu kaptanlar arasında din değiştirip müslüman olanların sayısı  hayli fazla olmalıdır. Çoğunun Karadenizli, Egeli ya da  Akdenizli Rum olabileceğini düşünüyorum. Acaba bu iki Makri arasında bir bağlantı olabilir mi? Kimbilir?












Union Han 1.Milli Mimarlık akımının seçkin bir örneği
cadde-i kebir 1890
Eminönü'nden Perşembe Pazarı tarafına bakış 1890'lar. Bu sandallar 90'lara kadar çalışıyordu. 
Karaköy 1889


Galata Perşembe Pazarı 1915
Yüksekkaldırım 1889
Karaköy 1891. Ne kadar çok fötr şapkalı "Frenk" var. 

Galata Kulesi 1862 (daha yıkımlar başlamamış).Önünde de hisar benzeri bir yapı var. Mezarlık, resmin  Petit Champs , yani Tepebaşı tarafından alınmış olabileceği kanaatini veriyor. Buradaki mezarlıkların hayli eski olduklarını biliyoruz. Kendisinin Unkapanı'nda doğup büyümüş olduğunu söyleyen Evliya Çelebi, anne ve babasının mezarlarının da bu sonradan Petit Champs olarak çağrılan mezarlıkta bulunduğunu belirtir. 

1889 Karaköy Rıhtımı




zaman zaman çalıtığım Merkez Bankası arşivi
Merkez Bankası arşiv ve kitaplığı

Union han ve Ankara hanın arka cepheleri

Union han banker sokağına bakan arka cephesi


Union Han

Doyçe Bank binası yanında perdeli eski Makri Han (sonra İmar han)
Doyçe Bank ve Yüksekkaldırım. Bu bina ki aynı zamanda
Minerva han olarak çağrılıyor. 1911 yılında inşa edilmiş. 



Kamondo ailesinin arması (bu aile yahudi, arma hıristiyan  Batı lı aristokrat ailelerinin armalarını andırıyor. Bir haç eksik( tabii anlamlı bir eksik.).Benzer hıristiyan armalarında soldaki dikdörtgende genellikle haç varken, burada Davud Yıldızı üçgenlerinden biri izlenmi veren 6 adet altın para var. Sağdaki diktörgen bilinen bir yahudi tokalaşma sembolü. 

Abraham Kamondo
Doyçe bank binası Bank d'Athenes binası olarak kariyerine başlamış
binanın en tepesinde(eğer Karaköy Meydanı'nın Galata Köprüsü'ne
göre sağından bakarsanız) Atina Bankası ibaresini göreceksiniz. Almanların eline geçince
kapı üzerine hemen bir başlıklı bir Prusya Junker'i kafası konmuş olmalı
Kamondo Apt felek sokak
Kamondo Apt Hacı Ali Sokaktan
Banker sokaktan Kamondo Apt
Apartman önündeki müştemilat, limonluk ve ibadethane yıkıntıları
Merhume Clara (Levy)Kamondo, Abraham Kamondo'nun zevcesi.
Bu yazılarda çok miktarda açma ihtiyacı duyduğum parantezlere bir yenisini eklemek  pahasına, "merhum" ve  "merhume" sıfatlarının gayrimüslimler için kullanılmasına gelebilecek itirazlara itiraz ettiğimi belirtmek istiyorum.  "Merhum" ve "merhume" sıfatları ölmüş müslüman erkek ve kadınlar için kullanılıyor. "Tanrının bağışına uğramış " anlamına geliyor. Sanıyorum, Türklerden başka bu sıfatı bu haliyle kullanan başka bir müslüman topluluk yok. Buna göre de, "son" ve "gerçek" hak dini olan İslama bağlı bir müslüman, sırf bu yüzden, bir futbol tabiriyle, Tanrının huzuruna 1-0 galip olduğu halde gidiyor. Bu iddia, Tanrısının "Rab'ul Müslimin" değil, "Rab'ul Alemin" olduğunu iddia eden bir din için tezat teşkil eden bir egoizmden kaynaklanmıyor mu? İslamın evrenselci iddialarını zayıflatmıyor mu? (Bu arada, benim gibi damardan bir ateistin  bu meseleye müdahil olmasına ne buyrulur?)


Torun Solomon Komando
Apartıman girişi
Kamondo Merdivenleri Felek sokaktan. Yapılış tarihi 1869-70 yılları olmalı
Felek sokağın sonundan apartımana bakış
Terziler Sinagogu ön kapı Felek sokak
Mongeri'nin Ankara hanı
Ankara hanı
Terziler Sinagogu içi (Dışardan alınmış bir fotografi. İçerde resim çekmek yasak.)
şimdi sanat galerisi olan terziler sinagogu içi
Avusturya Sen Jorj Şapeli
Lazarcı katoliklerin StGeorg Şapeli (1840'larda yapılmış versiyonu)
Şimdi tekrar aşağı inip, Felek sokağına yeniden girelim. Sokağın Kamondo merdivenlerinden önceki ucunda Terziler sinagogu (Schneidertempel) solda yer alıyor. Şimdi sanat galerisi olarak işlev görüyor. Yapılış yılı 1894. Daha önceki bir söyleşide değinmiştim. Binanın arka tarafından da girişi var. Ancak bugün kullanılmıyor. Bu arka sokakta yapılarıyla ünlü bir başka sokak olan, Banker sokağı. Lazarcı katoliklerin kurduğu Avusturya St  Georg Şapeli ve Avusturya Lisesi burada yer alıyor. Sokağın Voyvoda ya da Bankalar Caddesine dönük yüzünde ünlü Yeni Bahtiyar İş Merkezi var.
Kamondoların Serdarı Ekrem sokaktaki apartımanları
Keçecizade Fuat Paşa Tanzimat'ın 2 kez sadrazamı.Modern şehirciliğimizin onun döneminde başlamış olduğunu söyleyebiliriz. İlk bulvarlar onun zamanında açıldı. Türbesi, Klodfarer Caddesi üzerinde bulunan banisi olduğu caminin Çemberlitaş Kız Yurdu'na bakan cephesinin önündedir. 
Mongeri'nin Generali Hanı
Yani burada hem avrupalı (avusturyalı katolik )hıristiyanlar hem de ağırlıklı olarak Avusturyalı  yahudi eşkenazlar yerleşmişler. Bu Banker sokağına tekrar döneceğiz.Burada önemli iki  eski yapı daha var.

1 yorum:

  1. İstanbul tarihini bilenlerin yorumlarını bekliyorum

    YanıtlaSil