Evet şimdi, Cercle D'Orient ya da Serkl Doryan bina kompleksinden bahsedebiliriz. İstiklal'den Taksim'e doğru yürürken solda eklektik bir tarzda yapılmış (barok, art noveau, yeni klasizm gibi) üzerinde bir çok heykelimsi figürler taşıyan (en enteresanı iki melek figürü arasındaki şeytan kafasıdır) bina. Binanın hemen solundaki Yeşilçam (eski adıyla Yeni Ar) sokağını domine ettiği de görülür. Binanın o sokağa olan cephesinde popüler bir mekan Emek Sineması'dır. Binayı karşımıza aldığımızda ön cephesinin solunda İnci Pastanesi var. Bina bugün restorasyon halinde. Aslına uygun olarak, içinde biri açık hava olmak üzere, 6-7 sinema salonunu da içerecek şekilde tadil edileceği söylenmektedir.Hemen solundaki adada bulunan Saray Sineması'nın bulunduğu bina için de aynısı söylenmişti. Ancak sonucun tam bir rezalet olduğu ortada.
Binanın mimarı Vallaury. Binanın tamamlanma tarihi 1882 veya 1883. İlk sahibi ve banisi, sarrafzade ve borsacılıkla da iştigal eden ermeni Abraham Paşa (Eremyan). Bina daha çok içinde masonik tarzda faaliyet gösteren bir kulüp ya da dernek olan Cercle D'Orient ile tanınıyor. Önemi buradan geliyor.
Efendim bu "cercle" lar Avrupa ve dünyanın başka yerlerinde umumiyetle 1830'lu yıllarda kurulmaya başlanıyor. Belli amaçlar etrafında toplanmış bazı insanların dayanışma ve aktivitelerde bulunma amacına sahip örgütlenmesi. Bir çok örnekte olduğu gibi, masonik özellikler taşıyabilen, herkesin üye olarak kabul edilmediği kulüpler. Osmanlı'da ilk kez, açık olarak, 1869 yılında, Cercle du Sport Oriental adıyla, bir çok yabancı ülkelere mensup insanların -tabii Osmanlı tebasından olanların da- katılımıyla faaliyete geçiyor. Dikkat edelim, tarih olarak Tanzimat'ın Batı kapitalizmine (bir ast ülke olarak ) Osmanlı'yı entegrasyonu adına en ileri adımları attığı yıllardan bahsediyoruz. Batılı kapitalist ülkelere verilen imtiyazlar,tavizler Osmanlı'yı batılı kapitalist girişimciler için çekici bir hale getirmekteydi.
1854-56 yıllarını kapsayan Osmanlı-Rus Kırım Savaşı, aslında bütün Avrupa ülkelerini kapsayan bir dünya savaşıdır. Bir tür paylaşım savaşıdır. Ya da hali hazırda paylaşılmış olanları koruma savaşı. İngiltere ve Fransa gibi büyük güçler,Rusların, balkanları ve boğazları kontrolleri altına alarak, Akdenize inmesine mani olmak adına, Osmanlı'ya büyük bir destek vermişler. Hatta artık (bugün de olduğu gibi) kabına sığmayan Rusya'nın üzerine itmişler. Ve sonunda Rusya geriletilmişti. Tabii 93 Harbi olarak bilinen 1877-8 Osmanlı-Rus savaşına kadar. Bugün de olası bir Rusya ve emperyalist Batı ülkeleri kapışmasında, Türkiye'nin yine bu aynı batılı güçler tarafından Rusya üzerine itileceğini tahmin etmek zor değil.
Bilindiği gibi o zaman (yani 93 Harbi sırasında) Ruslar, Yeşilköy'e kadar gelerek İstanbul'a çok yaklaşmışlar. Son anda batılı ülkeler araya girerek Yeşilköy ya da o zaman ki adıyla (bir Rum köyü idi) Ayastefanos antlaşmasıyla,Osmanlı'nın ömrünün biraz daha uzatılmasına karar verilmişti. Bizim okullarda bu hezimetten pek söz edilmez. Ama bu savaşın bir çapışması olan Plevne Savunması göklere çıkartılır. Savaşın tümünün hezimet olan sonuçlarıyla birlikte anlatılması yerine, savaşın belli bir evresinde, bir kale içine sıkışıp kalmış Osmanlı ordusunun "kahramanca" direnişi ballandırılarak aktarılır.
Esasen Plevne'deki bu direnişin en önemli kaynağı, Amerika'da yeni üretilmiş olan Wincester tüfeklerinin ilk kez burada kullanılmış olmasıdır. Amerikan firması Osmanlı devletine defalarca başvurur. Bu ürettiği tüfeklerin bir savaşta kullanılmasını ve böylece reklamının yapılması düşünülmüştür. Osmanlı devleti ikna oluyor. Bunun üzerine Wincester firması askeri uzmanlarıyla birlikte bu tüfekleri gönderiyor. Askeri uzmanlar sadece tüfeklerin kullanılışı hakkında eğitim vermiyorlar. Savaş planlarına da müdahil oluyorlar. Bilindiği gibi sonradan bu tüfekler haklı bir şöhret kazanacaklardır. Bizim tarihçiliğimiz bundan söz etmez.
Bilindiği gibi Türkiye bu savaşta Kars, Ardahan ve Batum'u kaybetmişti. Ta 1920'de Kurtuluş Savaşı'na kadar. Ayrıca, Yunanistan'da bulunan Osmanlı toprağı Teselya'de elden gitmiş, Sırbistan Karadağ ve Romanya tam bağımsızlık kazanacak, Bosna Hersek ve Bulgaristan özerk olacaktı. Böylece biraz ilerde, balkanların Osmanlı coğrafyasından kopması kaçınılmaz hale gelecekti. Ermenistan'ın kalkındırılması için ekonomik önlemler alınacaktı. Böylece "Ermeni sorunu" bombası daha o zamandan hazırlanacaktı.
Geçerken, Abdülhamid hayranlarına bir şeyi daha hatırlatmak isterim : Yeşilköy'e kadar gelmiş Rus ordusunun Grandük'ü bir gemiyle İstanbul'a, Saray'a geldiğinde 2.Hamid onu Saray'ın deniz tarafındaki merdivenlerinde karşılamış, önünde eğilmiş, sonra da öfkeli ve mağrur Grandük'ten okkalı bir fırça yemiş, sus pus olmuştu. O kadar korkmuştu ki, Grandük'ün gönlünü almak, onu yumuşatmak için Beylerbeyi Sarayı'nda, işgalci Rusya'nın liderine bir ziyafet vermişti. Rusya'nın elde ettiği bu zafer anısına Yeşilköy'e bir anıt dikmesine seyirci kalmıştı. Bu kadar sefil bir adamdı! Yeni-Osmanlıcıların Hamit'i sefil bir şekilde teslim olurken, Cumhuriyetçilerin Atatürk'ü ülkesine giren düşmanı esir almıştı. Neyse, konuyu dağıtmayalım.
1854-56 yıllarını kapsayan Osmanlı-Rus Kırım Savaşı, aslında bütün Avrupa ülkelerini kapsayan bir dünya savaşıdır. Bir tür paylaşım savaşıdır. Ya da hali hazırda paylaşılmış olanları koruma savaşı. İngiltere ve Fransa gibi büyük güçler,Rusların, balkanları ve boğazları kontrolleri altına alarak, Akdenize inmesine mani olmak adına, Osmanlı'ya büyük bir destek vermişler. Hatta artık (bugün de olduğu gibi) kabına sığmayan Rusya'nın üzerine itmişler. Ve sonunda Rusya geriletilmişti. Tabii 93 Harbi olarak bilinen 1877-8 Osmanlı-Rus savaşına kadar. Bugün de olası bir Rusya ve emperyalist Batı ülkeleri kapışmasında, Türkiye'nin yine bu aynı batılı güçler tarafından Rusya üzerine itileceğini tahmin etmek zor değil.
Bilindiği gibi o zaman (yani 93 Harbi sırasında) Ruslar, Yeşilköy'e kadar gelerek İstanbul'a çok yaklaşmışlar. Son anda batılı ülkeler araya girerek Yeşilköy ya da o zaman ki adıyla (bir Rum köyü idi) Ayastefanos antlaşmasıyla,Osmanlı'nın ömrünün biraz daha uzatılmasına karar verilmişti. Bizim okullarda bu hezimetten pek söz edilmez. Ama bu savaşın bir çapışması olan Plevne Savunması göklere çıkartılır. Savaşın tümünün hezimet olan sonuçlarıyla birlikte anlatılması yerine, savaşın belli bir evresinde, bir kale içine sıkışıp kalmış Osmanlı ordusunun "kahramanca" direnişi ballandırılarak aktarılır.
Esasen Plevne'deki bu direnişin en önemli kaynağı, Amerika'da yeni üretilmiş olan Wincester tüfeklerinin ilk kez burada kullanılmış olmasıdır. Amerikan firması Osmanlı devletine defalarca başvurur. Bu ürettiği tüfeklerin bir savaşta kullanılmasını ve böylece reklamının yapılması düşünülmüştür. Osmanlı devleti ikna oluyor. Bunun üzerine Wincester firması askeri uzmanlarıyla birlikte bu tüfekleri gönderiyor. Askeri uzmanlar sadece tüfeklerin kullanılışı hakkında eğitim vermiyorlar. Savaş planlarına da müdahil oluyorlar. Bilindiği gibi sonradan bu tüfekler haklı bir şöhret kazanacaklardır. Bizim tarihçiliğimiz bundan söz etmez.
Bilindiği gibi Türkiye bu savaşta Kars, Ardahan ve Batum'u kaybetmişti. Ta 1920'de Kurtuluş Savaşı'na kadar. Ayrıca, Yunanistan'da bulunan Osmanlı toprağı Teselya'de elden gitmiş, Sırbistan Karadağ ve Romanya tam bağımsızlık kazanacak, Bosna Hersek ve Bulgaristan özerk olacaktı. Böylece biraz ilerde, balkanların Osmanlı coğrafyasından kopması kaçınılmaz hale gelecekti. Ermenistan'ın kalkındırılması için ekonomik önlemler alınacaktı. Böylece "Ermeni sorunu" bombası daha o zamandan hazırlanacaktı.
Geçerken, Abdülhamid hayranlarına bir şeyi daha hatırlatmak isterim : Yeşilköy'e kadar gelmiş Rus ordusunun Grandük'ü bir gemiyle İstanbul'a, Saray'a geldiğinde 2.Hamid onu Saray'ın deniz tarafındaki merdivenlerinde karşılamış, önünde eğilmiş, sonra da öfkeli ve mağrur Grandük'ten okkalı bir fırça yemiş, sus pus olmuştu. O kadar korkmuştu ki, Grandük'ün gönlünü almak, onu yumuşatmak için Beylerbeyi Sarayı'nda, işgalci Rusya'nın liderine bir ziyafet vermişti. Rusya'nın elde ettiği bu zafer anısına Yeşilköy'e bir anıt dikmesine seyirci kalmıştı. Bu kadar sefil bir adamdı! Yeni-Osmanlıcıların Hamit'i sefil bir şekilde teslim olurken, Cumhuriyetçilerin Atatürk'ü ülkesine giren düşmanı esir almıştı. Neyse, konuyu dağıtmayalım.
Efendim, Kırım Savaşı Osmanlı'ya mali olarak ağır yükler getirmişti. "Destek" alırsınız (bugün olduğu gibi, mesela Irak da, mesela daha önce Saddam'dan kurtarılan Kuveyt'te, mesela Tunus ve Libya'da )sonradan bunu ödersiniz. Bu savaştan sonra, Osmanlı tarihinde, ilk kez, en büyük dış borçlanmayı gerçekleştirir. Bundan önce, Dolmabahçe Sarayı'nı inşa etmek için aldığı o büyük borç bile bunun yanında devede kulak kalır. İşte Galata banker sermayesi de bu yıllarda palazlanmaya başlar. Artık bundan sonra borca alıştırılmış ya da mahkum edilmiş Osmanlı devleti, aradığı mali kaynakları, Galata üzerinden temin edecekti. Böylece Galata hem para cambazı Batılı bankerler, onların Osmanlı'daki aracıları, bankalar hem de borca mahkum Osmanlı devleti için cazip bir mahal haline gelecekti. İşte bu para oyunları sayesindedir ki, Beyoğlu'nun ihtişamlı manzarası ve Lövanten ve gayri müslimlerin bir tür "kolonyal" hayatı finanse edilebilmiştir. Kırım savaşıyla Osmanlı devleti Batı finans kapitalizmine entegre olmuştur. Bu entegrasyonun en önemli aracısı Galata'dır.
Binamıza geri dönecek olursak, Osmanlı'daki yeni siyasal ve ekonomik gelişmeler , Batı ülkelerinin çıkarlarına göre uyarlanmış olduğu için, takibi ve gerektiğinde sıcak müdahale bakımından bir takım örgütlenmeleri gerekli kılıyordu. Örgüt araçtır. Bizim yukarıda sözünü ettiğimiz sportif kulübün kurucuları olan çoğu batılı zevat, daha kapsamlı hedefleri ve daha üst düzey üyeleri olan bir yapılanma için düğmeye bastılar. Alman büyükelçiliğinde ve büyükelçinin himayesinde, diğer elçilik mensupları, başka ecnebi ekabir ve biraz da Osmanlı uyruklu üst tabaka figürün katılımıyla 1881 veya 1882 yılında Cercle D'Orient adını alarak kuruldu. O zaman bir binası henüz yok. Önce Tepebaşı'ndaki, sonradan Royal Anglaterre olarak adı değişen Royal Oteli'nde (şimdiki TRT stüdyolarının karşı adasında İngiliz Elçiliğinde bitişik eski Adliye binasının olduğu yerdeydi) toplanıyorlardı. Tabii bazen de elçilik binalarında. Bu arada derneğin tüzüğünde, derneğin siyasal bir faaliyetinin olamayacağı belirtiliyordu(!).
Binamıza geri dönecek olursak, Osmanlı'daki yeni siyasal ve ekonomik gelişmeler , Batı ülkelerinin çıkarlarına göre uyarlanmış olduğu için, takibi ve gerektiğinde sıcak müdahale bakımından bir takım örgütlenmeleri gerekli kılıyordu. Örgüt araçtır. Bizim yukarıda sözünü ettiğimiz sportif kulübün kurucuları olan çoğu batılı zevat, daha kapsamlı hedefleri ve daha üst düzey üyeleri olan bir yapılanma için düğmeye bastılar. Alman büyükelçiliğinde ve büyükelçinin himayesinde, diğer elçilik mensupları, başka ecnebi ekabir ve biraz da Osmanlı uyruklu üst tabaka figürün katılımıyla 1881 veya 1882 yılında Cercle D'Orient adını alarak kuruldu. O zaman bir binası henüz yok. Önce Tepebaşı'ndaki, sonradan Royal Anglaterre olarak adı değişen Royal Oteli'nde (şimdiki TRT stüdyolarının karşı adasında İngiliz Elçiliğinde bitişik eski Adliye binasının olduğu yerdeydi) toplanıyorlardı. Tabii bazen de elçilik binalarında. Bu arada derneğin tüzüğünde, derneğin siyasal bir faaliyetinin olamayacağı belirtiliyordu(!).
Serkl Doryan'ın arka sokağı |
Serkl Doryan Emek Sineması'ndan aşağı sola dönünce arka sokağı |
Bu Abraham Paşa'nın babası, Mısırlı Mehmet Ali Paşa'nın da sarrafıydı. Aile Hidivlerle Osmanlı arasındaki ilişkilerde, tabii birincilerin lehine olmak üzere, aracılık hizmetleri de görmüştür. Bu aracılık işi sayesinde de büyük servetini edinmiştir. Said Duhani'ye göre, Abraham Paşa'nın babası sarraf olmadan önce henüz Osmanlı toprağı olan Kavala'da tütün işiyle uğraşırmış. Bu sonradan Kavalalı Mehmet Ali Paşa olarak ünlenecek Arnavut asıllı Mehmet Ali de onun tütün ambarında bekçiymiş.Daha sonra İstanbul'a gelip Osmanlı ordusuna katılıyor. Kahire'de baş gösteren bir yeniçeri ayaklanmasını bastırmak için oraya gönderilenler arasında hizmetleriyle Mehmet Ali Paşa sivriliyor. Padişahın gözüne giriyor. Rütbesi yükseltiliyor. Sonradan Mısır genel valiliğine kadar gidecek kariyeri böyle başlıyor. Bilindiği gibi, Mısır'da genel valilik görevini Osmanlı'nın dışında bir hanedanlık olarak yorumluyor. Kendi hanedanlığını kuruyor. 2.Mahmut devrinde Osmanlı'da baş gösteren kargaşa ve yeniçeri ayaklanmalarından yararlanarak Osmanlı'ya savaş ilan ediyor. Ordusuyla İstanbul'a doğru Anadolu içlerinde ilerliyor. Sonra Osmanlı'yla antlaşma yapıyor. İşte bu sıralarda Kavalalı Mehmet Ali, Abraham Paşa'nın babasını hizmetine alıyor. Arabulucu ve aracı olarak kullanıyor.
Abraham Paşa'nın Boğaz'ın her iki yakasında yakın zamanlara kadar adıyla anılan çok geniş koruları, bahçeleri, konakları vardı. Paşa zaman zaman diplomatik görevler de üstlenmiştir (Osmanlı devleti elçilerinin çoğunluğu gayrimüslimlerdi. Bunların arasında Rum ortodokslar birinci sırada yer alır. Onları Latin gayrimüslimler izler). Vezir rütbesine kadar yükseliyor. Zenginliğine ve tabii oryantal görgüsüzlüğüne örnek olsun diye, meraklısı olduğu tavla oyunu için elmas zarlar, başka değerli taşlardan pullar yaptırmış olduğunu da geçerken belirtelim. Sultan Abdülaziz'in tavla arkadaşı olması da onun servetinin büyümesinde önemli bir rol oynuyor. Duhani, yüksek meblağların ortaya sürüldüğü bu kumar tavlasında Abdülaziz kazandığı büyük meblağlara tekabül eden "miza"yı unutmuş gibi davranır, istemezmiş. Duhani merhuma göre, bu Abraham Paşa'nın bir başka ilgi alanı da Viyanalı kızlarmış. Viyana'da, bu güzel kızları bulup kısa süre gönül eğlendirmek gayesiyle kendine göndermesi için bir temsilci bile istihdam eder, bu temsilci de işini bihakkın yerine getirirmiş. Buraya gönderilen güzel Viyanalı kızlardan çabuk sıkılan Paşa, onları hemen geldikleri yere iade ederek, yenilerini beklermiş. Kevork Pamukçuyan, bu büyük servet sahibi Paşa'nın 1918'deki ölümünün, "vatanın kurtuluşu ve selameti derdine düşmüş" İstanbul halkı arasında "alelade bir dedikodu" malzemesi bile olmadığını söylüyor.
Genel olarak baktığımız vakit, 19 yy sonlarında Serkl Doryanın 78 üyesi var. Üyelik kolay değil. Bu üylerin 59 tanesi Osmanlı uyruğunda değil. Bunlar arasında, JF Kennedy'nin dedesi Robert Kennedy de var. Bu ailenin soydan dış elçilik işinde uzmanlaşmış olduğunuı biliyoruz. Demek ki, Amerika ve Kennedy severliğimizin Serkl Doryan'a uzanan kökleri var.
Uzatmayalım. Avrupa ve Osmanlı'da ortaya çıkan her yeni durum, bu derneğin yapısını ve etkinliklerini belirliyor. Tabii dernek de faaliyetleriyle bu yeni durumların oluşmasına katkı yapıyor. Mesela İttihatçılık devrinde, burada ciddi bir ittihatçı faaliyet var. Yabancı ülkeler arasında bir rekabet, dernek üyeleri arasında da görülebiliyor. O yıllarda bir çok ünlü Osmanlı paşası, Enver, Talat, Cemal Paşalar, Prens Sabahattin, Cemil Topuzlu, Sait Halim Paşa gibi, üye olarak kabul ediliyorlar. Savaş sonrasında İtilafçılar, işgal kuvvetlerine dayanarak, kulübün hakim Osmanlı üyeleri haline geliyorlar. Mesela başbakan Damat Ferit Paşa. 1918 Mütarakesinden sonra kulüp işgal kuvvetleri komutan ve üst düzey subayların başlıca toplanma ve eğlence merkezi haline geliyor. Cumhuriyet'te de kulübün faaliyetleri, bu kez Türklerin ağırlıkta olduğu bir üye kompozisyonuyla, devam ediyor. Artık Cumhuriyetin paşaları ve siyasal eliti işleri ve malı götürüyor. Devrin zenginlerini de unutmamak lazım. Tabii, o zaman da, onun öncesinde ve sonrasında da, zenginliğin devlet eliyle dağıtılmakta olduğunu unutmayalım.
serkl doryan üzerinde melekler ve şeytan kafası |
Taksim'den gelirken sağda Serkl Doryan binalar kompleksi |
Taksim tarafından farklı açıdan Serkl Doryan |
Serkl Doryan'ın yan cephesinin kapladığı Yeşilçam sokağın sonundan Emek Sineması |
Yeşilçam sk'tan Emek sineması ve üstte serkl doryan katları |
eski saray tiyatrosu binası yeni AVM ve Serkl Doryan arasında Yeşilçam sk |
Yeşilçam sokaktan İstiklal. Garanti Bankasının yerinde Nisuaz Pastanesi vardı |
Serkl Doryan kompleksinin sahibi Ermeni Abraham Paşa |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder